Hamut nedir ?

Nutfiye

Global Mod
Global Mod
Hamut Nedir? Bir Nesnenin Gölgesinde Toplumsal Yapılar

Bir köy yolunda yürürken, bir at arabasının önünden geçtim. Gözüm, atın boynuna takılmış deri bir parçaya ilişti: hamut. O an, çocukluğumdan kalma bir sahne canlandı zihnimde. Dedem hep derdi: “Hamut olmazsa at yönünü bulamaz.” Ama sonra düşündüm: Ya insanlar için hamut neydi? Sadece hayvanların omzuna konan bir yük aracı mıydı, yoksa toplumsal düzenin görünmez bir metaforu mu?

Hamutun Tanımı: Mekanikten Sosyolojiye

Kelime anlamıyla hamut, at, öküz gibi hayvanların boynuna geçirilen, arabayı veya sabanı çekmelerine yarayan bir koşum parçasıdır. Fiziksel olarak bir “destek” gibidir; ama aynı zamanda “sınırlayıcı”dır. Hamut olmadan yönsüzlük, hamutla beraber kısıtlanma vardır. İşte bu ikili doğa, toplumsal yapılarla şaşırtıcı derecede benzerlik gösterir.

Modern sosyolog Pierre Bourdieu’nun “habitus” kavramı, insan davranışlarını şekillendiren görünmez kalıplardan bahseder. Hamut da benzer şekilde görünmez bir düzenin simgesidir: bireyi yönlendirir, ama aynı zamanda sınırlar. Bu yüzden “hamut” sadece bir eşya değil, bir toplumsal metafor olarak okunabilir.

Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Hamut

Toplumun kadına ve erkeğe biçtiği roller, aslında görünmez hamutlardır. Kadınlara “uyumlu ol, sabırlı ol, başkalarının yükünü taşı” denilir; erkeklere ise “güçlü ol, yön ver, sırtlan.” Bu iki söylem, toplumsal hamutun iki farklı biçimidir.

Bir kadın dostumun sözü hâlâ aklımdadır: “Ben özgür olduğumu sanıyordum ama sadece daha şık bir hamut takmışım.”

Kariyerinde yükselmiş, bağımsız bir kadın olarak görünse de toplumun beklentileri, giydiği kıyafetlerden ses tonuna kadar her şeyine yön veriyordu. Erkek meslektaşlarıysa kendi üzerlerindeki görünmez baskıları başka biçimlerde yaşıyordu: “duygusal olmama”, “daima çözüm üretme”, “başarısızlığı gizleme.”

Toplumsal cinsiyetin hamutu, kadınlara bakım rolünü, erkeklere ise sorumluluk yükünü takar. Fakat her iki durumda da “özgürlük” sınırlıdır; çünkü yön, hep dışarıdan belirlenir.

Irk ve Sınıf Bağlamında Hamutun Yükü

Hamutun sembolik anlamı sadece cinsiyetle sınırlı değil. Irk ve sınıf farkları da aynı işlevi görür. Tarih boyunca düşük sınıflar, tıpkı yük hayvanları gibi, ekonomik sistemlerin hamutlarını taşımıştır. Sanayi Devrimi döneminde İngiltere’deki fabrika işçileri veya ABD’deki köleler, sistemin hamutunu fiziksel anlamda boyunlarında hissediyorlardı.

Bugün de görünmez biçimleriyle bu hamutlar sürüyor. Göçmen işçiler, düşük gelirli mahallelerde yaşayan insanlar, eğitim ve sağlık sistemine sınırlı erişimi olan toplum kesimleri… Hepsi birer “sistemik hamut”un içinde yaşamaya zorlanıyor.

ABD’li sosyolog bell hooks, ırk ve cinsiyetin kesişiminde yer alan bu yapıları “baskının çok katmanlı doğası” olarak tanımlar. Kadın bir göçmen işçi düşünün: Hem ekonomik sınıfın, hem cinsiyetin, hem de etnik kimliğin yükünü taşır. Üstelik bu yük, çoğu zaman toplum tarafından “doğal” görülür — tıpkı bir atın hamutla doğmuş sanılması gibi.

Kadınların Empatik, Erkeklerin Çözüm Odaklı Tutumları

Kadınlar genellikle bu sosyal yapıların etkilerini empatik bir bakışla fark ederler; çünkü yaşam deneyimleri, bu baskıların duygusal yankılarını taşır. Kadın aktivistler, toplumsal eşitsizlikleri kişisel hikâyeler üzerinden anlatır; bu, “duygusal farkındalığın politikleşmesi”dir.

Erkekler ise çoğu zaman çözüm odaklı bir yaklaşım geliştirir: “Peki bu sistemi nasıl dönüştürebiliriz?” Bu tutum, teknik ve stratejik bir zihniyetin ürünüdür. Fakat burada asıl mesele, bu iki yaklaşımın birbiriyle çatışması değil, birbirini tamamlamasıdır. Çünkü bir toplum, duygusuz stratejiyle de, stratejisiz empatiyle de özgürleşemez.

Sınıfsal Hamutlar: Günümüz Düzeninde Görünmez Zincirler

Bugünün dünyasında hamut, artık deriyle değil sosyoteknolojik sistemlerle üretiliyor. İş yerinde performans uygulamaları, sosyal medyada beğeni sayıları, kredi notları… Hepsi birer “modern hamut”tur.

İnsanlar gönüllü olarak bu sisteme bağlanır; çünkü artık yönlendirilmek, bir tür güvenlik hissi verir.

Birçok araştırma (örneğin Shoshana Zuboff’un The Age of Surveillance Capitalism adlı eseri), bireylerin dijital sistemler aracılığıyla davranış kalıplarına göre yönlendirildiğini ortaya koyuyor. Bu da yeni bir “boyunduruk” biçimidir — fark edilmeyen ama içselleştirilen bir kontrol.

Peki bu noktada soru şu: Hamut artık dıştan takılmıyorsa, içselleştirilen hamutlardan nasıl kurtulabiliriz?

Kültürel Hamutlar: Gelenek mi, Kısıtlama mı?

Kültürler, bireylere bir yön ve aidiyet hissi verir; ama aynı zamanda davranış sınırlarını da çizer. Bazı toplumlarda kadınların eğitim hakkının kısıtlanması, bazı etnik grupların iş gücü piyasasından dışlanması, bu kültürel hamutların yansımalarıdır.

Türkiye’de kırsal alanlarda hâlâ “kadın sesi dışarıdan duyulmaz” anlayışı yer yer sürerken, şehirlerde bu anlayış sadece biçim değiştirir: “Güçlü kadın” beklentisiyle yeni bir sosyal baskı yaratılır. Yani hamut çıkar ama yenisi takılır.

Erkekler açısından da durum farklı değildir. “Ev geçindiren adam” kalıbı, duygusal baskının en yaygın örneklerinden biridir. Duygularını bastıran, sürekli güçlü görünmek zorunda hisseden erkekler, aslında sistemin onlardan beklediği “kontrollü varlık” hâline gelirler.

Hamutun Dönüştüğü Dünya: Dayanışma mı, Direniş mi?

Artık birçok kişi kendi toplumsal hamutunu sorguluyor. Feminist hareketler, sınıf mücadelesi, ırkçılıkla mücadele kampanyaları hep aynı noktada birleşiyor: “Kimin için ve kimin adına bu yük taşınıyor?”

Bu forum yazısını yazarken amacım, hamutu yalnızca geçmişin bir nesnesi olarak değil, bugünün bir metaforu olarak tartışmaktı.

— Sizce bireysel özgürlük, toplumsal yönlendirmelerle nasıl dengelenebilir?

— Toplumsal roller, biz farkında olmadan bize hangi hamutları takıyor?

— Ve en önemlisi, bir hamutu çıkarmak için önce onun var olduğunu kabul etmek mi gerekir?

Sonuç: Hamutu Görmek, Hamutun Ötesine Geçmek

Hamut, sadece bir deri parçası değildir; insanın, toplumun ve sistemin birbirine bağlandığı sembolik bir düğümdür. Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf gibi faktörler, bireyleri yönlendiren ama aynı zamanda kısıtlayan görünmez hamutlar üretir.

Gerçek özgürlük, hamutu tamamen reddetmekte değil, onun farkında olmaktır. Çünkü bazen yönsüzlük de bir tür esarettir.

Kadınların empatik farkındalığı, erkeklerin çözüm arayışıyla birleştiğinde; belki o zaman, hepimizi sınırlayan toplumsal hamutların gerçekten çözülmeye başladığını görebiliriz.

Ve belki o zaman, dedemin sözüne yeni bir anlam katabiliriz:

“Hamut olmadan yön bulamazsın, ama yönünü kendi seçersen hamuta ihtiyacın kalmaz.”